Konuyu Oyla:
  • Toplam: 0 Oy - Ortalama: 0
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Kanuni Sultan süleyman dönemi fetihler
#1
Kanunî Sultan Süleyman Dönemi Fetihler

Osmanlilarin Rumeli'ye ayak bastiklari günden itibaren bir buçuk asirdan daha fazla bir sürede karsilarinda ya hasma yardimci veya hasim olarak Macarlari gördükleri bilinmektedir. Bundan dolayi Türkler'in Macarlar'a, Macarlar'in da Türkler'e karsi olan düsmanliklari, Macaristan'in zaptina kadar devam etmistir. Belgrad ile birlikte bir kaç kalenin Osmanlilar'ca alinmis olmasi, Macarlar için büyük bir darbe olmustu. Gerçekten Belgrad'in zapti, Avrupa fetihlerine yol açan önemli bir âmil olmustu. Nitekim Belgrad'in alinmasindan sonra Macaristan, Hirvatistan, Transilvanya ve Dalmaçya gibi yerler, daha rahat ve güvenli bir sekilde Osmanli akinlarina hedef oldular. Bu arada Gazi Hüsrev, Sinan ve Bâli Beyler'in akinlari Mohaç savasina kadar devam edecektir.

Macarlar'in, Eflâk islerine karismalari, Osmanlilar aleyhine Bogdan'la ittifak yapmalari, Sarlken'in bir Avrupa Imparatorlugu kurma tehlikesi ve Safevîler'le anlasma yapmasi gibi hadiseler üzerine Üngürüs seferine karar verilir.l. Mohaç Meydan Muharebesi Belgrad'in fethi, Osmanlilar'in tabii yayilma sahasi olarak gördükleri Orta Avrupa üzerine yürümek yolunda önemli bir adim olmustu. Bu arada hudud bölgelerinde de bazi karisikliklar çikmis, Tuna boylarinda Macarlar'la küçük çapli çarpismalar olmustu. Bununla beraber, Kanunî'nin sefere karar vermesi, Papalik, Macaristan ve Lehistan münasebetlerinin neticesi olarak ortaya çikan birçok âmile dayanmakta ise de, bu kararda Fransizlar'in da önemli sayilabilecek bir rol oynadiklari belirtilmektedir.

Kanunî Sultan Süleyman'in saltanat yillarinin basinda Fransa ile Almanya birbirlerine karsi hasim duruma geldikleri gibi birbirleriyle mücadeleye de baslamislardi. Fransa Krali I. François'nin, Alman imparatorluk seçiminde Sarlken (Charles Quint)'e rakip olarak adayligini koymus olmasi, iki devletin siddetli bir mücadeleye girmesine sebep olmustu. I. François'nin, l5l9'da imparator seçilen Habsburg hânedanina mensub Sarlken ile yaptigi mücadelede esir düsmesi üzerine, I. François'nin annesi ve saltanat nâibesi Angouleme düsesi Louise de Savoie, Kanunî Sultan Süleyman'a bir mektup göndererek kendisinden yardim talebinde bulunmus, Pâdisah da Macaristan üzerine yürümek suretiyle fiilî bir yardimda bulunacagini va'd etmisti. Kanunî, Sarlken'in kurmak istedigi Avrupa Imparatorlugu'nu, Osmanlilar için büyük bir tehlike olarak görüyordu. Bu tehlike sadece Bati'dan degil, l524 Mayis'i sonlarinda vefat etmis olan Sah Ismail'in yerine geçen Tahmasb vesilesiyle Dogu'dan da kendini gösteriyordu. Zira Sarlken ile Tahmasb, Osmanlilarin aleyhindeki bir ittifak içinde idiler. Iran, Çaldiran'i bir türlü unutmamisti. Buna ragmen tek basina Osmalilar'la basa çikmalari da mümkün görünmüyordu. Bu sebeple Avrupa'nin en büyük gücü haline gelmis ve bütün bir Bati tarafindan desteklenen yeni Imparator Sarlken ile Osmanlilar aleyhine bir ittifak kurma gayretinde idi. Hem Iran'in hedeflerini, hem de Sarlken'in kendisine karsi meydana sürecegi büyük kuvvetin farkinda olan Kanunî, bu sebeple Fransa'yi himaye etmek istiyordu. Böylece Bati'yi siyaseten bölmeyi hedefliyordu.

Öyle anlasiliyor ki, bu siralarda Macaristan'in iç durumu da pek iyi degildi. Macar Krali'nin kötü yönetimi devam ettiginden, Erdel Beyi Zapolyai hem krala, hem de krallik üzerindeki Habsburg nüfuzuna karsi çikiyordu. Kötü bir yönetimin altinda âdeta ezilen Macar köylüleri, memnuniyetsizliklerini belirtmek gayesiyle Protestanlik hareketlerine katildiklari gibi, paralarini alamayan birçok Macar askeri de Osmanli Akinci Beyi Bali Bey'e siginiyordu. Kanunî'nin, gerek akinci, gerekse diger kaynaklardan istihbarat ettigi bu durum, onun sefer kararini çabuklastirmisti. Ayrica Macaristan'in ele geçirilmesi ile Osmanlilar, Habsburglarla aralarindaki engeli kaldirmis olacaklar ve böylece Viyana kapilarina varilmasi için büyük bir mania asilmis bulunacakti.


Gerçekten, bölgede kar yagisi basladigindan siddetli kis soguklari bir felaket getirebilirdi. Bu arada Sarlken (Charles Quint) bütün Avrupa'dan topladigi kuvvetleri Linz'e yigiyordu. Bununla beraber Viyana ancak iki hafta daha dayanabilirdi. Ancak kale feth edilse bile sonra ne olacakti ? Kanunî çekilir çekilmez, Linz'deki Alman ordusu gelip sehri muhasara edecekti. Bu muhasaraya dayanabilmek için Viyana'da çok büyük bir askerî güç birakmak icab ediyordu. Sehirde, Türk topçu atesinden yikilmadik bir yer kalmamisti. Böylece Charles Quint, imparatorluk taht sehrinin tahribi ile cezalandirilmisti. Kanunî, bu kadarini kâfi gördü. Bu seferde l4 bin kadar Osmanli askeri ya sehid olmus veya yaralanmisti. Buna karsilik Almanya ise tamamen perisan olmustu. Bu seferden sonra Istanbul'a dogru yola çikan Pâdisah, Ordu-yu Hümayûn ile l6 Aralik'ta Istanbul'a gelir. Böylece bu sefer-i hümayûn 7 ay, 7 gün devam etmisti. Bu sefer sayesinde Macaristan'daki Osmanli hakimiyeti saglamlasmis, Avusturya ve Kuzey Macaristan tahrib edildigi için karsi saldiri ihtimali ortadan kalkmisti. 3. Üçüncü Macaristan Seferi (Alaman Seferi) Kanunî, Istanbul'a döndükten sonra, Macaristan'da yeniden bazi olaylar cereyan etti. Ferdinand, Budin'i tazyike baslar. Bununla beraber Istanbul'a bir elçilik heyeti göndermekten geri kalmayarak Macaristan'in kendisine verilmesini ister. Bu arada Budin, Ferdinand kuvvetleri tarafindan kusatilmis olmakla birlikte alinamaz. Peçevî'nin (veya Peçuylu) ifadesine göre basta Ferdinand olmak üzere bölgedeki diger bazi kral, kont ve dük gibi ünvanlari tasiyan kimseler, bizzat Kanunî Sultan Süleyman'in emri üzerine Macaristan tahtina getirilmis olan Yanos'u (Jan Zapolyai')yi tanimak istemiyorlardi. Onu kralliktan düsürmek için çesitli bahaneler ariyorlardi. Kanunî, Budin'in kusatildigindan haberdar olunca krala verdigi söz üzerine sefere çikmaya karar verir. Böylece Osmanli hükümdari l9 Ramazan 938 (25 Nisan l532)'da sefere çikar. Bu arada o, Alman Imparatoru Sarlken ile de hesaplasmak istiyordu. l00 bin kisiyi asan bir kuvvetle sefere çikan Kanunî, Nis'e vardigi zaman Ferdinand'in elçileri ordugâha gelerek önceki tekliflerini tekrarladilar. Buna göre Macaristan Ferdinand'a verildigi takdirde her sene 25.000 - l00.000 duka kadar vergi verecegini kabul ediyordu. Böyle bir teklifi reddeden Kanunî, Ferdinand'in topraklarinda ilerlemeye devam eder.

Bu bölgedeki pek çok kasaba, Yahya Pasa oglu Bali Bey ile onun oglu Mehmed Bey ve Bosna Beyi Hüsrev Bey tarafindan zapt edilir. Osmanli ordusu zorlu bir muharebeden sonra Köseg (Guns, Köszeg)'i ele geçirir. Bu sirada Ferdinand'in elçileri bir daha gelirler. Bunlara, Ferdinand'i harbe davet eden mektuplar verilir. Ancak Ferdinand ile Sarlken, Osmanlilarla bir meydan muharebesi yapmaktan çekindikleri için oyalama ve yipratma taktigi kullaniyorlardi. Fakat onlarin bu taktikleri pek fazla ise yaramamis olmali ki Osmanli ordusu ileri harekâta devamla bazi sehirleri zapteder. Bu arada Gratz gibi bazi sehirlerin etrafi yakilip yikilmakla yetinildi. Osmanli ordulari, Macaristan'da Ferdinand'a ait topraklar üzerinde bir müddet ilerleyip, birçok sehir ve kasabayi ele geçirmisti. Kanunî'nin bütün çabalarina ragmen Sarlken ile Ferdinand ortaya çikamiyorlardi. Mevsimin geçmis olmasindan dolayi güney yolu ile geri dönüldü. Bununla beraber bu sefer sonunda Ferdinand, Pâdisah'in arzularina uygun bir antlasma istemeye mecbur olmustu.

Bu sefer esnasinda yine sulh veya mütareke talebiyle gelen Alman elçilerine, Charles - Quint'e hitab eden hakaretâmiz bir mektup verilerek teklifleri reddedilip geri gönderilirler. Bu mektubunda Kanunî, bu kadar zamandir erlik ve imparatorluk dâvasi ettigi halde kaç kere üzerine geldigini, mülkünü diledigi gibi tasarruf ettigini, buna ragmen ne kendisinden, ne de kardesinden nâm ve nisan göremedigini, Hak Teâlâ'nin takdiri ne ise yerine gelmesi için Beç sahrasinda meselelerini halletmelerini, kendisinin tabiiyeti altinda bulunan reâyâ fukarasina yazik oldugunu, aksi halde avretler gibi ig ve çikrik alip pâdisahlik tâci giymemesini bildiriyordu.

Alman veya Alaman seferi denilen bu seferde ordu mevcudu ikiyüz binden fazla olup "Çekaloz" denilen ve kaz yumurtasi seklinde gülle atan 300 kadar küçük top da vardi. Akinci ve deli kuvvetleri 80 bin kadardi. Bu sefer yedi ay kadar sürmüstü. Pâdisah, l532 senesi Kasim ( 939 Rebiülahir ) ayi sonlarina dogru Istanbul'a gelmisti. Bu son seferin basarili bir sekilde sonuçlanmasi üzerine bes gün üst üste senlik yapildi. Istanbul, Üsküdar, Eyyub ve Galata bes gece kandiller ile donatildi. Bu arada pazarlar, dükkanlar, bezazistan ve çarsilar geceleri dahi açik tutuldu. Halk, hemen her gün birbirlerine ziyafetler çekerek eglendi.

Bu arada, daha önce II. Bâyezid döneminde feth edilmis olan Mora yarimadasindaki Koron kalesi, Osmanli hükümdarinin Alman seferiyle Sarlken'i aradigi sirada ona intisab etmis olan Andrea Doria komutasindaki filo tarafindan bir hile ile alinmisti. Kalenin alinmasindan sonra Iç kaleye Frenkler, dis kaleye de yerli Rumlar yerlestirilmislerdi. Bu durumda, burasi birlikte müdafaa edilecekti. Koron'dan sonra Patras ve Inebahti da ele geçirilmisti. Alman seferi sonunda Istanbul'a gelen Avusturya elçisi Cornelius, bu yerleri koz olarak öne sürecek ve sayet Macaristan kralligi Ferdinand'a verilirse Koron kalesi ile Afrika sahilinde Barbaros'a ait olan Arcel adasinin iade olunacagini bildirmisti. Bu teklife Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa'nin cevabi " Biz, harple almayi tercih ederiz" olmustu. Nitekim, Semendire Sancakbeyi olan Bâli Beyzâde Mehmed Bey'in Mora Sancakbeyligine atanmasi ile 940 Ramazan (l534 Mart) tarihinde burasi yeniden ele geçirilmistir. Peçevî, Mehmed Bey'in Koron kalesini ele geçirisini su ifadelerle günümüze ulastirir: " Kalenin içinde, biri Frenk, ikincisi o bölgenin âsi Rumlari, digeri de inatçi Arnavutlar olmak üzere üç kisim kâfir vardi. Sancakbeyi, her birine ayri ayri va'dlerde bulunup kolaylik göstermek suretiyle (istimâlet) aralarina anlasmazlik soktu. Böylece, bir kismi, köyleri talan etmek üzere disari çikan kâfirleri kirar. Bundan sonra kâfirler iki gruba ayrilirlar. Dis kaleyi ellerinde tutan Rum ve Arnavutlar, burayi Mehmed Bey'e teslim ederler. Iç kaledeki Frnekler de canlarina emân verilmek sartiyla savas yapilmadan teslim olurlar."4. Osmanli - Avusturya Barisi ve Sonuçlari Osmanli seferleri karsisinda bunalan ve kardesi Sarlken'in yardimi sayesinde ayakta kalabilen Ferdinand'in, Macaristan Krali olabilmek için giristigi bütün tesebbüsler, hep bosa gidiyordu. Osmanli Devleti'nin Jan Zapolyai'yi tutmasi, onun bu emeline ulasmasina engel oluyordu. Bati Avrupa'da görülecek bir takim isleri bulunan Alman Imparatoru'nun tavsiyesi üzerine Ferdinand, Osmanlilarla anlasmaktan baska çare bulamamisti. Bu sebeple o, Istanbul'a elçi göndermisti. Ferdinand'in müracaati, Osmanlilarin da isine gelmisti. Zira Macaristan üzerine yapilan seferler büyük masraflara sebep oldugu gibi sadece bu tarafla ugrasilmasi, memleketin dogu hududlarinin ihmal edilmesine sebep oluyordu. Bu durum, doguda bazi olaylarin çikmasina da sebep oluyordu. Nitekim Sah Ismail'in l524 yilinda meydana gelen vefati üzerine yerine geçen oglu Tahmasb Han, Dogu Aanadolu'da yikici bazi faaliyetlerde bulundugundan iki devlet arasinda bazi hâdiseler cereyan etmisti. Bu sebeple Osmanli Devleti Ferdinand ile bir barisa sicak bakiyordu.

l4 Ocak l533'te Pâdisah tarafindan kabul edilen Avusturya elçilik heyetinden, kesin bir baris için Ferdinand'in itaat alâmeti olarak Estergon kalesinin anahtarlari istenmistir. Kanunî, ancak bundan sonra barisa riza gösterebilecegini ima etmisti. Bundan baska 5 veya 7 senelik bir sulha hazir oldugunu da bildiren Kanunî, Estergon (Esztergom Gran) kalesine karsilik Macaristan'daki bazi kaleleri de verebilecegini belirtmisti. Öyle anlasiliyor ki, iki taraf arasinda geçen görüsmeler, epey çekismeli olmaktaydi. Nitekim Kanunî'nin bu sartlarini bildiren mektubu ile Avusturya elçisinin yanina katilan bir Osmanli elçisi, l Subat l533'te Ferdinand'a gönderilmisti. Hammer'in ifadesine göre Viyana sehrinin gördügü bu ilk Osmanli elçisi, büyük bir tantana (merasim) ile kabul edildi. Ferdinand, elçiyi sirmali kumasla süslenmis bir taht üzerinde oturmus oldugu ve basinda kiymetli bir tac bulundugu halde kabul etti. Mütareke sartlari, Bohemya'lilari epey korkuttu. Fakat Ferdinand, Gran anahtarlarinin istenilmesinin sadece bir baglilik isareti oldugunu belirtmeye çalisti. 29 Mayis'ta Estergon (Gran )'un anahtarlari ile Ferdinand'in iki mektubunu getirecek olan elçi Cornelius, Osmanli elçisi ile Istanbul'a hareket eder. Böylece çavus (Osmanli elçisi) elverisli bir cevapla geri gönderilmis oluyordu. Istanbul'da yapilan görüsmeler ise 22 Haziran l533'te antlasma ile sonuçlanmisti. Bu antlasmaya göre Ferdinand, Macaristan üzerindeki veraset iddialarindan vaz geçecekti. Sadece Macaristan'da fiilen hakim oldugu topraklar kendisine ait sayilacakti. Elindeki bu topraklar için de her yil 30.000 altin verecekti. Ayrica protokol geregi Ferdinand, Osmanli Vezir-i A'zami Ibrahim Pasa ile müsavi (esit, denk) sayilacakti. Kaynaklar, elçilerin Pâdisah'in huzurunda yaptiklari konusma hakkinda dikkat çeken bilgiler vermektedirler. Buna göre Pâdisah'in huzuruna kabul edilen elçiler, Ibrahim Pasa'nin kendilerine verdigi tâlimat dairesinde konusarak, Sultan'a "Oglun Kral Ferdinand, senin mâlik oldugun seyleri kendi mali ve kendisinin sahip oldugu memleketleri senin mülkün addeder, çünkü o, senin oglundur" dediler. Buna karsilik Pâdisah, oglu Ferdinand'in dostlarinin dostu ve düsmanlarinin düsmani olacagini bildirir. Bu antlasmadan sonra Ferdinand ile Zapolyai'nin hâkim olduklari yerler, bir sinir hatti ile Osmanli temsilcileri nezâretinde belirlenecekti.

Bu antlasma geregince biri dogrudan dogruya Osmanli Devleti'nin himayesi altinda Jan Zapolyai'ye, digeri de vergi vermek sartiyla Ferdinand'a ait iki Macaristan ortaya çikiyordu. Bu antlasma, Macaristan meselesini bir müddet için halletmis ve Osmanlilarin dogu proplemi ile ilgilenmelerine firsat vermisti.

Görüldügü gibi Osmanli kilicindan gözü yilan Ferdinand, Macar tahti üzerindeki hakkini da kayb ederek baris istemek zorunda kalinca, Orta macaristan'da kendisine birakilan bir kalenin idaresine razi olarak protokol geregince Pâdisah'a "Pederim", Vezir-i A'zam'a da "Birâderim" diye hitab etmek zorunda kalir. Fakat yillarca sonra Zapolya'nin ölümüyle taht vârisi küçük Sigismund'u tanimak istemeyerek tekrar ayaklanacak ve ana Kraliçe Isabella'nin yine Osmanlilari yardima çagirmasiyle, Macaristan'in durumu yeniden gözden geçirilerek Budin tamamen Osmanli idaresine geçecektir.

Jan Zapolyai'nin l540 yilindaki ölümü üzerine Macaristan isleri yeniden karismaya baslar. Zapolyai'nin esi kocasinin ölümünden önce bir erkek çocuk dünyaya getirmisti. Kraliçe Isabella (veya Elizabet), Istanbul'a bir elçilik heyeti göndererek oglu Sigismund'un Macar Krali olmasi istirhaminda bulunmustu. Bu istirham üzerine Osmanli Devleti, kendisine teminat vermisti. Fakat, Zapolyai'nin öldügünü duyan Ferdinand ile Sarlken'in kuvvetleri, Budin'i muhasara ederler. Bununla beraber herhangi bir basari elde edemezler. Bu durum karsisinda Macaristan'a yeni bir sefer yapilma mecburiyeti dogar.

Osmanli hükümdari, l54l senesinin Ilkbahar'indaki hareketinden evvel, Budin'in Ferdinand'in eline geçmemesi için derhal Rumeli Beylerbeyi, arkasindan da üçüncü vezir Sokullu Mehmed Pasa'yi 3 bin yeniçeri ve süvari kuvvetleriyle gönderir. Bundan sonra da bizzat kendisi sefere çikar. Budin'i kurtarmaya giden kuvvetler, bir aydan fazla ugrastiklari halde düsmani tarda (kovmaya) muvaffak olamamislardi. Bu arada Budin'i almaktan ümidini kesen ve asil ordunun yaklasmakta oldugunu duyan Ferdinand kuvvetleri, bir gece gizlice kaçmak istedilerse de muvaffak olamayarak tamamina yakin bir kismi imha edillir. Ordugâhlari da Türklerin eline geçer. Baskomutanlari olan Rokendorf yakalanarak Komaran mevkiinde öldürülür. Pâdisah'in komutasindaki ordu Budin'e yaklastigi sirada böyle basarili bir haber alinir.

Bu savas esnasinda Avusturyalilar, ordugahlarinin etrafina hendekler kazip manialar koyduklari ve "Istabur - Tabur" adi verilen istihkâmlari yapmislardi. Macarlarca bu tahkimata verilen "Tabur" adi, tarihlerimizde "Istabur" seklinde ifade edildiginden, Kanunî'nin bu dördüncü Macaristan seferine "Istabur seferi" adi verilmistir.

Budin'e gelindikten sonra küçük kral, Pâdisah'in sehir disindaki karargâhina getirilir. Daha önce verilen karar geregi piyade kuvvetleri Budin'e girerler. Kraliçeye küçük Kral Sigismund büyüyünceye kadar Budin'in Türk idaresinde kalacagi söylenir. Sigismund, altin ve lâciverd damgali ahidnâme ile kendisine nâib olan annesiyle birlikte Zapolyai'nin eski beylik mahalli olan Erdel (Transilvanya )'e gönderilir.

Bu ugulama ile daha önce Zapolyai'nin idaresinde bulunan Macaristan dogrudan dogruya Osmanli topraklarina ilhak olunup on iki sancaklik Budin Beylerbeyligi tesekkül ettirilmis oldu. Bu Beylerbeylige de Bagdad Valisi olup aslen Macar olan Süleyman Pasa tayin olunur. Bundan sonra Macaristan'da derhal arazi tahriri yaptirilmistir. Böylece Macaristan, Osmanlilara, Ferdinand'a ve bir de Erdel'de Sigismund'a ait olmak üzere üç kisma bölünmüs olur.

Böylece, bir buçuk asir Türk hâkmiyetinde kalacak olan Macar topraklarinin yönetimi hususunda son derece akillica hareket eden Osmanlilar, Budin'e tayin edilecek Pasalari devamli olarak birinci derecede degerli kimseler arasindan seçiyorlardi. Onlar, bu insanlarin hem muktedir bir serdar, hem siyasî kuvveti olan bir diplomat, hem de ahlâkça son derece mazbut, mert, dürüst ve faziletli kimseler olmasina bilhassa dikkat ediyorlardi.

Artik Osmanli idaresinde gelisme imkâni bulan bir Macar medeniyeti ve bu medeniyet ile yaris ve baris halinde olan bir Müslüman Türk dünyasi, ayni cografya üstünde yasiyorlardi. Bir taraftan Macarlar'dan devr alinan kültür ve medeniyet mirasi diyebilecegimiz eserler muhafaza edilirken, bir taraftan da sehrin bir Müslüman Türk ülkesi haline gelmesi için garet sarfedilmistir. Bu gayret hareketi, sür'atle inkisaf etmistir. Böyece Budin, yüz yila varmadan saraylar, câmiler, mescidler, medreseler, sebiller, türbeler, tekkeler, imâretler, köprüler, hanlar, çarsilar, pazarlar, ziyâret ve mesirelerle tipik bir Müslüman Türk beldesi oluvermisti. Öyle ki, Macar topraklarindan fiskirircasina bu kültür ve medeniyet müesseselerinin yalniz isimleri üzerinde durup düsünmek bile idarî, askerî, ictimaî, hukukî ve kültürel mânada sâbit olmus Türk kasesini göstermeye kâfidir. Öyle anlasiliyor ki Osmanlilar, Budin'i önemli bir merkez olarak kabul ediyorlardi. Bilhassa Ila-yi kelimetullah için burayi hem maddî görüntü olarak hem de mânevî bakimdan bir Islâm sehri haline getirmeyi önemli ve vazgeçilmez bir hedef olarak görüyorlardi. Bu sebepledir ki, l54l'de Osmanli Devleti'ne ilhak olunan Macaristan topraklari, vaktiyle pâyitahtlik etmis sehirler gibi (Bagdad, Misir), devletin en mühim beldelerinden biri sayilan Budin merkez olmak üzere, yeni bir eyâlet teskil edilmis ve bütün diger eyâletler gibi bir beylerbeyinin idaresi altina konulmustur. Bu sebeple Budin beylerbeyi olan pasanin protokol bakimindan önemli bir yeri bulunmakta idi. Koçulu kayiga binmek, rikâbta peyk ve solak yürütmek ve bazi tevcihatlarda bulunabilmek selâhiyetine sahip olmak ilk akla gelenler olarak belirtilebilir. Nitekim Budin Beylerbeyligi uhdesinde kalmak üzere 1574 yilinda vezir olan Sokullu Mustafa Pasa'ya gönderilen hükümde kendisinin, eskiden oldugu gibi mahlûl timar tevcihi, hisar müstahfizlari ve kethüda yeri tayini haklarina sahib oldugu açik bir ifade ile belirtilmistir.(BOA. MD. nr. 26, s. 97.) Budin beylerbeyileri, meydana gelecek önemli hudud muharebelerinde toplanan kuvvetlere komutan olarak tayin edilir. Bu arada civar eyâletlerin komsu devletle olan ihtilaflari, diger mahallî makamlar tarafindan bir çözüme baglanamazsa o zaman Budin beylerbeyinin hakemligine müracaat olunurdu. Bundan baska, Budin'deki Pasa Sancagi haslarinin miktari, buradaki cebelîler ile diger görevlilerin sayisi da bize Osmanlilar tarafindan bu eyâlete ne denli önemin verildigini göstermektedir.

Bütün bu gelismelerden sonra Kanunî'nin Macaristan fütûhati ile ilgili siyasetine baktigimiz zaman, onun bir tek hedefinin oldugunu görürüz. O da ilâ-yi kelimetullah için buralara gitmek ve bu vasita ile Islâmiyeti daha uzaklara götürmektir. Gerçi özellikle günümüzde, zaman zaman, Kanu-nî'nin Macaristan ve Bati seferlerine sarf ettigi kudreti, emek, gayret ve masrafi tenkid edilerek bu gücün, Iran ile Türkistan taraflarina, baska bir ifade ile Türk ve Müslümanlarla meskûn sahalara harcanmasi ve bu sayede bunlarin önemli bir kisminin tek bir bayrak altinda toplanmasina çalismasi daha iyi olmazmiydi? denilmektedir. Muhtemelen Mustafa Nuri Pasa da ayni sorulara muhatab olmus olmali ki, bu konuda çok güzel ve detayli bilgiler vermektedir. M. Tayyib Gökbilgin de kaynak belirtmeden büyük ölçüde bu görüsleri aynen kullanarak bu tenkidlere söyle cevap verir:

a) O dönem, günümüzden oldukça uzaktir. Binaenaleyh o devrin zihniyeti ile deger ölçülerini tamamen ve dogru bir sekilde kavramak mümkün olmayabilir. Bunun içindir ki, tarih ilmi ile ugrasanlar, ilgilendikleri dönemin olaylarini incelerken mümkün mertebe o günün sartlarini, anlayislarini, fikir ve düsünce akimlarini hesaba katmak zorundadirlar. Ancak bu sâyede dogruya yakin bir sonuca ulasabilirler.

b) Gerek Arap, gerekse diger Müslüman devletlerden zapt edilen topraklari, uzun zaman idaresi altinda tutmayi basaran Osmanli Devleti, bir mânada bu basarisini muazzam bir disiplin altinda yetistirdigi askerî gücüne borçludur. Halbuki bu ordunun kaynak ve çekirdegini "devsirme" dedigimiz sistemle gayr-i müslim tebeanin çocuklari teskil ediyordu. Devlet, Avrupa seferlerinde kayb ettigi nüfusun çok daha fazlasini bu yolla almak ve onlari müslümanlastirmak suretiyle kendi nüfusuna katarak kazançli çikiyordu. Bu sistem sâyesinde hem Kur'an'a muhalefet edilmiyor, hem de savaslarda ölen veya yaralanmak suretiyle savasamayacak duruma gelen kendi asil Müslüman nüfusunu korumus oluyordu. Böylece Osmanli Devleti, Islâm'in intisarini (yayilmasini) saglamis oluyordu. Halbuki elde edilen Müslüman ülkelerin çocuklari için böyle bir sey söz konusu olamazdi. Bu bakimdan Osmanli, Bati Hiristiyan dünyasi ile savasmakla dinî mânada daha kârli çikmis oluyordu.

c) Cihâdin faziletlerini de burada zikr etmek gerekir. Müslüman olmayan bir devletle cihâd yapmanin, diger yerlerdeki gibi olmayip çok hayirli ve sevapli bir mücadele olmasi. Gerçekten, ilâ-yi kelimetullah için yapilan bir mücadele, baska bir ifade ile Islâm'in sesini, bundan haberdar olmayan yerlere ulastirmanin ne kadar hayirli bir is oldugu gerek Kur'an-i Kerim'de, gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde açikça belirtilmistir. Bu sebeple Müslümanlar, cihâdla ilgili müjdelere nail olmak için devamli olarak Müslüman olmayanlarla mücadeleye önem vermislerdir.

d) Ganimet elde etme arzusu. Fethedilen memleketlerin maddî imkânlarindan istifade etmenin de bu konuda etkisi düsünülebilir. Bu düsünce bir bakima dogrudur. Çünkü savasmak isteyen bir devlet veya ordunun paraya ihtiyaci olacaktir. Bu da nisbeten zengin yerlerden elde edilebilir. Orta Avrupa ve Macaristan için sefer yolu hem kisa, hem de ulasilmasi bakimindan kolaydir. Bütün bunlara ilaveten sunlari da söylemek mümkündür:

XVI ve hatta daha sonraki asirlarda günümüzde oldugu gibi milliyet mefhumundan söz edilemez. Bu bakimdan Türklük diye bir sey de pek düsünülmüyordu. Binaenaleyh Türkmenistan'daki Türklerle bir birligin saglanmak istenmesi, milliyet bakimindan degil, onlarin da Müslüman ve özellikle Sünnî olmalarindan dolayi olabilirdi.


Bütün bu ifadelerden anlasildigina göre Kanunî Sultan Süleyman, Islâm birligine zarari dokunacak ve onu tehlikeye sokacak bir harekette bulunmadiklari müddetçe, Müslüman devletlerle ugrasmayi pek istemiyordu. Zira böyle bir ugrasma, ayni dine mensub insanlari birbirlerine düsürecek, bu da Islâm ümmetinin zayiflamasina sebep olacakti. Keza böyle bir savasta cihâd da söz konusu olmayacakti. Zira cihâd, gayr-i müslim devletlere karsi yapilan bir mücadele idi. Bu sebeple Kanunî, Müslüman Dogu ile ugrasmak yerine, Hiristiyan Bati ile ugrasmayi yeglemisti. Bununla beraber Islâm birligini tehhlikeye düsürecek veya kendi topraklarinda Sünnî Islâm akidesi yerine, Siî akideyi yerlestirmeye çalisanlara karsi harekete geçmekten de çekinmemistir. Nitekim Siî Mezebi akidesini yerlestirmeye çalisan Safevî Iran'la yapilan muharebeler ve bu muharebelerin basariya ulasip zaferle sonuçlanmasi için bas vurulan çareler bunu göstermektedir.5. l543 Macaristan SeferiBudin'den dönen ve kisi Edirne'de geçiren Kanunî, Istanbul'a geldiginde Ferdinand'in elçileri gelerek eski isteklerini tekrarladilar. Buna göre Avusturya elçisi, Macaristan'in terk edilip kendilerine verilme karsiliginda senede l00.000 duka altin vergi vermeyi taahud ediyordu. Fakat Osmanli Pâdisahi Kanunî böyle bir teklife sicak bakmadigindan elçi, 9 Ekim l542'de geri dönmüstü. Bu arada Ferdinand, degisik milletlerden mütesekkil ve takriben 80.000 kisilik bir ordu topamis bulunuyordu. Ferdinand'in bu büyük hareketini Fransiz elçisi vasitasiyle haber alan Osmanlilar, Budin'e yardim göndermek için derhal hazirliklara baslarlar. Tuna'yi takiben Peste önlerine gelen bu büyük ordu, 8.000 kisilik bir kuvvet tarafindan müdafaa edilen kaleyi muhasara altina alir. Osmanli kuvvetlerine göre sayica kat kat üstün olan bu ordu, yedi günlük bir kusatmadan sonra Kanuni'nin büyük bir ordu ile gelmekte oldugu haberini alinca bozguna ugrayip geri çekilmek zorunda kalir.

Peste muhasarasinin duyulmasi üzerine gerekli hazirliklarini tamamlayan Kanunî Sultan Süleyman, yaninda oglu Sehzâde Bâyezid oldugu halde 18 Muharrem 950 (23 Nisan 1543)'de Istanbul'dan Macaristan üzerine hareket eder. Bu sirada önden gönderilen Osmanli kuvvetleri ile hudud beyleri, Pojega civarindaki bazi kaleleri , Nana ve Valpo gibi önemli iki kaleyi zaptettikten sonra Siklos'u kusatirlar. Bu siralarda Ösek'e gelmis bulunan Kanunî, Siklos'un kusatilmasina yardima gider. Böylece kale 8 Temmuz l543'te alinir. Bu arada Pecs (Peçuy) sehri de teslim olmustu. Bundan sonra Kanunî Budin'e gelir. Gerekli malzemelerin yetismesi üzerine daha önce Osmanlilar tarafindan feth edilen ve bilahere tekrar Avusturyalilar tarafindan zaptedilen Estergon üzerine varilir. Kusatma altindaki kalenin müdafileri teslim teklifini kabul etmediklerinden siddetli bir muharebe baslar. Dayanamayacaklarini anlayan kaledekiler, bir heyet göndererek l0 Agustos l543'te teslim olurlar. Estergon'un fethi ile sonuçlanan bu seferde Ferdinand'in elinden eski Macar kirallarinin merkezi olan Gran (Estergon) ve Budin'in güney - batisinda Macar kirallarinin kabirlerinin bulundugu Istoni Belgrad (Stulvaysenburg) ile Drava nehri üzerindeki Valpo, Siklos ve Tata gibi yerler alinir. Böylece bu harekât sonucunda Budin'in emniyeti için civardaki kalelerin zapti ve eyalete ilhaki gerçeklesmis olur. Kanunî, Istanbul'a dönüs sirasinda Saruhan sancakbeyi olan oglu Mehmed'in Manisa'da vefat ettigi haberini alarak büyük bir üzüntü ile sarsilir. Bu yüzden mateme bürünür. Istanbul'a gedikten sonra da oglunun nâsinin Manisa'dan Istanbul'a getirilmesini emrederek l8 Saban'da Bâyezid Camii'nde bütün Istanbul halki ile birlikte cenaze namazini eda eder. Yine Pâdisah'in emir ve arzusu üzerine cenaze, Sehzade Camii yanindaki hazireye defn olunur. Kanunî'nin zafer sevincini yasayamamasinin sebebi olan Sehzâde'nin ölümü ile ilgili belge, onun ölümünü su ifadelerle nakleder: "Sehzâde-i saidu'l-baht Sultan Mehmed, Estergon Belgrad ve nice kal'alar fethi için müjdegâneye gelen aga ki, sene 950 ve Saban'in gurresinde (ilk günü) vaki olan Çarsamba günü gelüp donanma oldugu gün hasta olup alti gün sahibfiras (yatakta yatip) yedinci sülesa (Sali) gecesi fevt olup azim matem olup mah-i mezburun (belirtilen ay) dokuzuncu Çarsambasi günü Lala Pasa, Defterdar Ibrahim Çelebi ve nice agalar Islambol'a maiyyetin alip gittiler. "



Sokullu Mehmed Pasa'nin çekilmesi üzerine Avusturya ordusu Erdel'e girerek lipva'yi geri aldigi gibi Segedin'i de muhasara eder. Bu sirada Segedin sancakbeyi olan Mihal oglu Hizir Bey'in iç kaleye kapanip, Budin Beylerbeyi olan Hadim Ali Pasa'yi keyfiyetten haberdar etmesi üzerine Segedin önlerine gelen Ali Pasa, Avusturya ordusunu imha etmisti.

Iki taraf arasindaki savas 970 ( 1562 ) yilina kadar sürer. Bu tarihte Ferdinand, Busbecq adindaki elçisini anlasmak üzere Istanbul'a gönderir. Yine bu sirada Sarlken'in çekilmesinden dolayi Ferdinand bes seneden beri Alman Imparatoru bulunuyordu. Böylece en son olarak Ferdinand, Erdel (Transilvanya)'den vaz geçmis ve eskisi gibi elinde bulunan Macaristan için 30.000 duka altini kabul ile sekiz senelik bir muahede imzalamisti(l562).6. Bogdan SeferiBogdan, II. Bâyezid döneminden beri Osmanlilar'a bagli bir voyvodalik haline getirilmisti. Bogdan voyvodaligi, Kili ve Akkirman kaleleri alindiktan sonra siki bir sekilde devletin nüfuzu altina girmislerdi. Bunlar, yarim asirdan daha fazla bir süre devleti ugrastiracak hareketlerde bulunmamislardi. Her ne kadar voyvodalik zaman zaman vergisini vermekte ihmal göstermisse de buna Iran, Misir ve Macaristan seferleri münasebetiyle göz yumulmus ve sadece ikaz ile iktifa edilmisti.

Kanunî, Macaristan seferi sirasinda Voyvoda Petru Rares'e bir berat göndererek, burayi onun idaresine birakmisti. Voyvodalik, her yil Osmanli Devleti'ne 4000 duka altin, 40 kisrak ve 20 tay göndermekle yükümlü tutulmustu. Bunun içindir ki Voyvoda Petru Rares, Viyana seferi esnasinda orduya elçisini göndererek sadakatini te'yid ile bu seferinden avdette de vergisi olan 4000 duka altin ile 40 kisrak ve 20 taydan ibaret olan vergisini bizzat takdim etmisti. Hammer, Rares'in Osmanlilar'a getirdigi vergiler konusu ile onun, Kanunî tarafindan karsilanisi ve kendisine yapilan muameleyi su ifadelerle nakletmektedir: "Sultan Süleyman, Viyana'dan dönüsünde kararlistirilan hediyeleri bizzat Rares'ten alarak karsiliginda bir samur kürk (vezirlere mahsus elbise), iki tug (sancakbeyi alâmeti), bir kuka (yeniçeri ortabasilarinin serpusu) hediye eder."



Anadolu'da cereyan eden bu isyanlar sirasinda Istanbul'da Molla Kabiz adinda birisi, câmilerde, Hz. Isa'nin Hz. Muhammed'den daha üstün oldugu seklindeki görüslerini, âyet ile hadisleri kendine göre te'vil ederek halka yaymaya baslamisti.

Çagdas tarihçi ve devlet adami Celâlzâde Mustafa'nin "erbab-i ilimden" oldugunu söyledigi Molla Kabiz, Kanunî devrinin ilk yillarinda bir zindiklik yoluna sapmis görünmektedir. Celâlzâde'nin ifadesine göre, Molla Kabiz'in itikadina fesad gelmis, dalalet yoluna saparak harabatî bir hayat yasamaya baslamistir. Hâdiseyi sadece dinî münakasa degil, ayni zamanda milli bir emniyet meselesi olarak gören Osmanli hükümeti, fikir ve görüsleri, Seyhülislâm Kemal Pasazâde tarafindan ilmî delillerle bu fikirleri çürütülmesine ragmen, yine de iddiasindan vaz geçmeyen Molla Kabiz'i ölüm cezasina çarptiracaktir.

Dönemin fikir, düsünce ve anlayisini ortaya koymasi; gerek devlet adamlarinin, gerekse hükümdarin benzer olaylara bakisi açisindan önemli bir hâdise olan Molla Kabiz olayina ana hatlariyla temas etmek gerekir.

Biraz önce belirtildigi gibi Hz. Peygamber aleyhinde konusan Molla Kabiz, 8 Safer 934 günü bazi kimseler tarafindan Divan-i Humayûn'a getirilir. Çünkü o, "daire-i ser' ve edebten hurucuna ulemadan bazi sahib-i gayret kimesneler tahammül etmeyüp bi'l-fiil Server-i kâinat üzerine (s.a.s.) Hz. Isa'yi tafdil edüp mezkuru Divan-i Humayûna getirirler." Divan'da bulunan pasalar, bu meselenin bir "ser'-i serif" isi oldugunu düsünerek olayi Divan üyesi olarak orada hazir bulunan kadiaskerlere havale ederler. Bu sirada Fenarîzâde Muhyiddin Çelebi Rumeli, Kadirî Çelebi de Anadolu kadiaskeri bulunmakta idiler. Dâvasini açiklamasi istenilen Molla Kabiz, inandigi seyleri oldugu gibi anlatinca, her iki kadiasker de gazaba gelerek katlini emrederler.

Gerek Kabiz'in, gerekse kadiaskerlerin buradaki davranislari ilgi çekici bir mâhiyet arzediyor. Kabiz, iddiasini ortaya koyduktan sonra bunu destekleyen bazi âyet ve hadisleri nakledip bunlarin açiklamalarini yapiyordu. Bu yolla delillerini ortaya koyduktan sonra, israrla dâvasinin dogru oldugunu söylüyordu. Halbuki, Molla Kabiz'in açiklamalari ile ilgili bazi ser'î meselelerin kadiaskerlerin hatirinda bulunmadigi anlasiliyordu. Bu sebeple her ikisinin de ser'î icaplara göre cevap vermekten âciz bulunduklari görülüyordu. Bundan dolayi itidal yolunu terk edip gurur ve gafletin istilasina ugramislardi. Böylece bu iki kadiaskerin, isgal etmekte olduklari mevkilerin tam mânasiyle ehli olmadiklari meydana çikiyordu. Celâlzâde'nin ifadesine göre Molla Kabiz'in iddialarina makul cevaplar veremeyen bu iki kadiasker, derhal katlini isterler. Buna karsilik Vezir-i A'zam Ibrahim Pasa "...bu sahsin müddeasi, ser'-i serife muhalif olup hata ise ol hatayi gösterüb..." bu konudaki süpheleri gidermek gerekir, "ser' ile cevabini verin..." kizmak ve gazaba gelmek suretiyle edeb hududlarini asan bir durum meydana getirmek ilim ve akil erbabina lâyik degildir" seklinde konustugu halde onlar Molla Kabiz'i inandigi fikirlerden döndürecek bir sey söyleyememislerdi. Böylece Molla Kabiz'in kadiaskerler karsisindaki ilmî üstünlügünü dikkate alan pasalar, Divan'i tatil edip Molla Kabiz'i da serbest birakirlar.

Ancak bu durumu, pasalarin oturdugu "tasra divanhâne üzerinde" kafes arkasindan takib etmekte olan devrin hükümdari Kanunî Sultan Süleyman, vezirler huzuruna girer girmez, onlara hitab ile "...bir mülhid, Divânimiza gelüp Peygamberimiz iki cihan fahrina tafdil-i Hz. Isa eyleyüp müddeasi isbatinda ekavil-i bâtili tezyil eyleye, süphesi zâil olmayup ve cevabi verilmeyüb, niçin hakkindan gelinmedi...?" demistir. Bunun üzerine tekrar Divân'a getirtilen Molla Kabiz'in iddialarini çürütmek üzere dönemin mümtaz bir simasi olan Seyhülislâm Kemal Pasazâde ile Istanbul kadisi Mevlâna Sa'deddin Divâna dâvet edilirler. Müfti'l-müslimîn olan Kemal Pasazâde Hazretleri büyük bir "hilm" ve "edeb" üzre Kabiz'in iddiasini sorup ögrenir. Kabiz, okudugu bâzi âyet ve hadislere dayanarak eski iddiasini tekrarlar. Bunun üzerine Seyhülislâm onun okudugu âyet ve hadislerin mânalarini açiklayip gerçegi ortaya koyar. Celâlzâde Mustafa burada su ifadeleri kullanir: " Tamam itikadini beyan ve ayân edicek kaide-i ilmiye üzre kendisinin su-i fehm ve idrakini gösterüp süphelerini tamam izâle eylediler. Böylece hak (gerçek) zâhir ve bâhir oldu. Bu açiklamalar karsisinda Molla Kabiz, dili tutulurcasina susmak zorunda kalir. Kaynagimizin dili ile "Kabiz'a sukût âriz olup tekellüm ve nutka mecali kalmayup melzûm ve mebhût oldu." Kabiz susunca Kemal Pasazâde ayni yumusaklikla ona hitab ederek "...iste hak ne idügü zâhir olup malum oldu, dahi sözün varmidir..." bâtil inancindan vazgeçerek "hakki kabul edermisin?" dedi. Molla Kabiz iddiasinda israr ederek bu teklifi kabul etmez. Bundan sonra Müftü (Seyhülislâm) Istanbul Kadisi'na dönerek "fetva emri tamam oldu. Ser' ile lâzim geleni siz hükm idün..." teklifinde bulunur. Istanbul Kadisi da, Kabiz'a hitab ile Ehl-i sünnet mezhebi üzerine, temiz inanç yoluna dönüp dönmedigini tekrar sorar. Fakat Kabiz inancinda israr etmekte idi. Bunun üzerine katline hüküm verilir.

IRAN SEFERLERI

Yavuz Sultan Selim'in vefati üzerine yeni umutlara kapilan Sah Ismail, Anadolu'daki propaganda faaliyetlerini artirdigi gibi Kanunî'nin tahta çikisini da tebrik etmemisti. Bununla beraber Osmanlilar'in Avrupa'daki basarilari ve kendisinin Iran'daki mesguliyeti, onu zahirî bir dostuk gösterisine itmisti. Sah Ismail'in ölümü ve çocuk yastaki (onbir yasinda) I. Sah Tahmasb'in tahta geçmesi, Iran'da karisikliklara sebebiyet vermis, bu arada Gilan hükümdari ve Iran'daki Sünnî ulema Osmanlilar'dan yardim istemisti. Kanunî'nin niyeti ise Türkistan'a varincaya kadar bütün Türk illerini bir bayrak altinda toplamak ve Kizilbas-Safevî tehlikesinin kökünü kazimakti. Bu maksatla daha Mohaç seferine çikmadan önce Dogu'ya bir sefer yapmayi düsünmüstü. Nitekim o, Gilân Hâkimi'ne mektup yollarken, Sah Tahmasb'a da bir "Tehdidnâme" göndererek söyle diyordu:

"Niçin dergâh-i cihanpenâh ve bargah-i felek istibahimiza adam gönderub arz-i ubûdiyet ve can sipari ve izhar-i rikkiyet ve hâksarî etmedin? Bu noksan akilla tamam gururun ve daire-i dalaletten adem-i udûlun (sapiklik yolundan dönmeyisin) olmagin "insaalluhu'l-eazz ve'l-ekrem" benim dahi an karîb diyar-i sarka teveccüh-i humayûn ve azimet-i meymunuma mûcib ve bais oldu. Otag-i gerdûn nitak, arazi-i Tebriz ve Azerbaycan ve belki Memâlik-i Iran ve turan vesair vilâyet-i Semerkand ü Horasan sahralarinda kurulmak mukarrer oldu."

Avusturyalilar'la yapilan antlasma üzerine Bati'dan nisbeten emin olan Kanunî , Dogu ile ciddi bir sekilde ilgilenmeye karar verir. Nihayet meydana gelen iki önemli hâdise, Iran'a harbin açilmasina sebep olur.


Iran'a karsi harbin açilmasina sebep olan ikinci hâdise ise Iran beylerinden Ulama Han'in Osmanlilar'a, Osmanli ümerâsindan olan Bitlis Hâkimi Seref Han'in ise Safevîler'e siginmalaridir. Esasen, Osmanlilar'in Teke (Antalya) Türkmenlerinden olan ve l5ll "Sah - Kulu isyani"na katildiktan sonra Sah Ismail'in yanina kaçarak Safevîler'e iltica edip mansib alan Ulama Han, Azerbaycan Beylerbeyi olarak önemli bir siyasî mevkie sahipti. Bu sirada, Sah Ismail'in basveziri bulunan ve kendisi gibi Tekeli boyundan olan Çuha Sultan'in, Isafahan'in Kendiman yaylaginda Samlu Hüseyin Han tarafindan öldürülmesini firsat bilerek kendisini vezir tayin ettirmek istemisti. Bu maksatla Sah'in yanina gitmek isterken, rakipleri onu âsi göstererek gözden düsürdüler. Samlu ve öteki Türkmen beylerinden ve bu arada Tekelülerin ezilmesinden ürken Ulama Han, kendi eyâletindeki sancaklardan Van'a gelerek, buradan, Osmanlilar'in hizmetine girecegini, Diyarbekir Beylerbeyisi araciligi ile Istanbul'a bildirir. Istanbul'dan gelen buyrukta, Bitlis Ocakli Beyi (IV.) Seref Bey'in "Ulama'nin aile fertleriyle birlikte Pâdisah dergâhina gönderilmesi "ne gayret etmesi bildirilmisti. Bitlis Hâkimi Seref Han vâsitasiyle Istanbul'a gelen Ulama, kendisine delâlet eden Seref Han aleyhine birtakim sözler sarfederek, onun Sah'a meyli oldugunu söylemisti. Köszeg muhasarasindan önce huzura kabul edilen Ulama Han'a, ocaklik statüsü kaldirilarak beylerbeyilik haline getirilen Bitlis tevcih olunmustu. Böyle bir haberi alan Seref Han, Sünnî olmasina ragmen Bitlis'in Iran topragi oldugunu ilan etmis ve Sah Tahmasb'dan Osmanlilar'a karsi yardim istemistir. O, Osmanlilar'in, birçok Anadolu hânedanina yaptiklari gibi, kendisini de atalarindan kalma topraklarindan mahrum edeceklerini saniyordu. Bunun üzerine Dulkadir ve Diyarbekir vilâyetleri askeri ile Diyarbekir Beylerbeyi olan Fil - Yakup Pasa yardimiyla Bitlis'i kusatan Ulama, Safevî ordusunun yardima geldigini duyunca Diyarbekir'e çekilmistir. Bu arada Ahlat'ta Sah'a büyük bir ziyafet çeken Seref Bey, ona agir armaganlar sunarak, kendisi de murassa kiliç kemeri ve altin sirmali kaftanla taltif edilir. Tahmasb, 20 Safer 939 (2l Eylül l532)'da ona bir ferman vererek kendisine "Eyâlet penâh" diye hitab eder.

Bu davranisi ile Tahmasb, Osmanlilar'a bagli bir uç beyligini kendi himayesine almis oluyordu. Bu hâdise, Iran'a savas açilmasina sebep olmustu. Bu, bir Osmanli toprak parçasinin baska bir devlete geçmesi demekti ki, böyle bir sey, Osmanli siyasetinin kabul edemeyicegi bir keyfiyetti. Iste bunun üzerinedir ki, Iran'a karsi bir sefer açmak elzem hâle gelmisti. Almanya'ya bas egdirilmis olmasi, böyle bir sefere imkân veriyordu. Çünkü Iran gibi bir devletin üzerine bizzat hükümdarin gitmesi icâb ediyordu.


Kısaltırılmıştır ( Türkperest™
Cool Türkperest™
Ara
Cevapla


Hızlı Menü:


Şu anda bu konuyu okuyanlar: 4 Ziyaretçi


10tl.net Destek Forumu -